Çağdaş Sözlük

bela ~ بلی

Lehce-i Osmani - bela ~ بلی maddesi. Sayfa: 214 - Sira: 8

Lehce-i Osmani; bela maddesi. osmanlıcada bela ne demek, bela anlamı manası, bela osmanlıca nasıl yazılır. Osmanlıca sözlükte bela hakkında bilgi. Arapça bela ne demek. Arapça osmanlıca sözlük. Farsçada bela anlamı

Lehce-i Osmani - Ahmed Vefik paşa - بلی bela ne demek. osmanlıca yazılışı anlamı manası..

bela ~ بلی güncel sözlüklerde anlamı:

BELa ::: (c.: Belâyâ) Afet. Sıkıntı. Tasa, kaygı. Musibet. Mücazat. İmtihan. Dâhiye. * Yaramaz nesne. (Bak: Sadaka)(Ey insan! Mâdem canavar sûretinde bir hayvan, insanların hânesine misafir geldiği vakit berekete medar oluyor; öyle ise, mahlukatın en mükerremi olan insan; ve insanların en mükemmeli olan ehl-i iman; ve ehl-i imanın en ziyade hürmet ve merhamete şâyan aceze, alil ihtiyareler; ve alil ihtiyarların içinde şefkat ve hizmet ve muhabbete en ziyâde lâyık ve müstahak bulunan akrabalar; ve akrabaların içinde dahi en hakiki dost ve en sadık muhib olan peder ve valide, ihtiyarlık hâlinde bir hanede bulunsa, ne derece vesile-i bereket ve vasıta-i rahmet ve $ sırriyle yâni: "Beli bükülmüş ihtiyarlarınız olmasa idi belâlar sel gibi üstünüze dökülecekti." ne derece sebeb-i def'-i musibet olduklarını sen kıyas eyle. M.)

BELA ::: Evet. (Nefiyden so a isbat için söylenir.) Meselâ: Kur'ân-ı Kerim'de mezkûr; Cenab-ı Hakkın ruhlara karşı, "Ben Azîmüşşan sizin rabbiniz değil miyim?" diye sorduğunda, ruhlar $ Yâni: "Evet sen bizim Rabbimizsin" dediler. (Bak: Bezm-i Elest) * Farsçada "Belî" diye söylenir.

belâ ::: (a. e.) : evet, hayhay, pekî. Kalû-belâ : evet dediler, (bkz. : ârî, belî).

belâ ::: (a. i. o. : belâya) : gam, keder, musîbet, âfet, ceza, gayet zor iş, büyük gaile.

belâ-yi berzah ::: iki belâ arasında berzah gibi olan yer.

belâ-yi hilkat ::: yaradılış belâsı.

belâ-yi nâgâh ::: apansızın gelen belâ.

belâ-yi siyah ::: (kara belâ) : mec. acı olan hâdiseler, olaylar.

belâ ::: gam, tasa. musibet, afet.

BELa ::: Kulumu bir belâ ile ibtilâ (imtihân) ettiğim vakit sabreder ve ziyâretçilerine beni şikâyette bulunmazsa, ona etinden iyi et, kanından iyi kan veririm. İyileştiği vakit günahsız olarak iyileşir. Onu öldürürsem rahmetime yâni Cennet'ime gider. (Hadîs-i kudsî-Muvattâ)

Şüphe edilen altını, ateşle muâyene ettikleri gibi, Allahü teâlâ insanları, dertle, belâ ile imtihan eder. Bâzısı belâ ateşinden hâlis olarak çıkar. Bâzısı da bozuk olarak çıkar. (Hadîs-i şerîf-Kimyâ-ı Seâdet)

Mü'mine; dert, belâ, üzüntü, hastalık, eziyet gibi sıkıntı verici şeylerden biri gelirse, Allahü teâlâ bunu günâhlarına keffâret (bedel) eyler. (Hadîs-i şerîf-Müslim)

Peygamberler (aleyhimüsselâm) hep dert ve belâ içinde yaşadı. Hattâ "Belâlar, mihnetler (sıkıntılar) en çok peygamberlere, sonra evliyâya, sonra bunlara benziyenlere gelir" buyruldu. (Ahmed Fârûkî)

Dert ve belâ gelince Allahü teâlâya sığınmalı, âfiyet vermesi, kurtarması için duâ etmeli, yalvarmalıdır. Allahü teâlâ duâ edenleri, sıhhat, selâmet ve âfiyet istiyenleri sever. (Ahmed Fârûkî)

Birinize dert ve belâ gelince Yûnus Peygamberin duâsını okusun. Allahü teâlâ onu muhakkak kurtarır. Duâ şudur: "Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü minezzâlimîn." (Senâullah Dehlevî)

Bir kimse sıkıntı ve belâya uğrarsa; "Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhil-aliyyil'azîm" desin. (Ca'fer-i Sâdık)

Kazâ gelmez Hak yazmasa
Belâ gelmez Kul azmasa

(Atasözü)

Bela :::


  1. İçinden çıkılması güç, sakıncalı durum.

  2. Büyük zarar ve sıkıntıya yol açan olay veya kimse
    Örnek: Hayatta dipdiri yanmak belasından da kurtulmuştum. Y. K. Beyatlı

  3. Hak edilen ceza.

belâ ::: musibet , evet , sıkıntı , felaket

belâ ::: ‬felaket

belâ ::: musibet

belâ ::: ‬evet

belî ::: ‬evet

belâ ::: (a. e.) evet, hayhay, pekî. Kalû-belâ : evet dediler, (bkz. : ârî, belî).

bela ::: çile

BELA :::

Evet. (Nefiyden sonra isbat için söylenir.) Meselâ: Kur'ân-ı Kerim'de mezkûr; Cenab-ı Hakkın ruhlara karşı, "Ben Azîmüşşan sizin rabbiniz değil miyim?" diye sorduğunda, ruhlar $ Yâni: "Evet sen bizim Rabbimizsin" dediler. (Bak: Bezm-i Elest) * Farsçada "Belî" diye söylenir.

BELÂ :::

(c.: Belâyâ) Afet. Sıkıntı. Tasa, kaygı. Musibet. Mücazat. İmtihan. Dâhiye. * Yaramaz nesne. (Bak: Sadaka)(Ey insan! Mâdem canavar sûretinde bir hayvan, insanların hânesine misafir geldiği vakit berekete medar oluyor; öyle ise, mahlukatın en mükerremi olan insan; ve insanların en mükemmeli olan ehl-i iman; ve ehl-i imanın en ziyade hürmet ve merhamete şâyan aceze, alil ihtiyareler; ve alil ihtiyarların içinde şefkat ve hizmet ve muhabbete en ziyâde lâyık ve müstahak bulunan akrabalar; ve akrabaların içinde